Göktürk Alfabesi Kime Ait? Bir Psikoloğun Zihin Haritasından Tarihe Bakış
İnsan zihni, kendini ifade etme yolları buldukça gelişir. Bir psikolog olarak, sembollerin ve dilin insan davranışları üzerindeki etkisini gözlemlerken aklıma hep şu soru gelir: “Bir yazı sistemi, yalnızca iletişim aracı mıdır, yoksa bir kimlik ifadesi mi?”
Göktürk alfabesi, bu sorunun tam ortasında duran bir tarihsel ayna gibidir. Yalnızca taşlara kazınmış harflerden ibaret değildir; bir topluluğun bilişsel cesaretinin ve duygusal kimliğinin dışavurumudur.
Bir Yazının Psikolojisi: Kökene Duyulan İhtiyaç
Her insan, geçmişine tutunarak var olur. Bu, kolektif düzeyde de geçerlidir. Toplumların köken arayışı, bireylerin aidiyet ihtiyacının bir yansımasıdır. Göktürk alfabesi bu bağlamda, Türk kimliğinin “ben kimim?” sorusuna verdiği ilk yazılı yanıttır.
Bilişsel psikoloji açısından baktığımızda, bu alfabe soyut düşüncenin somutlaşmış hâlidir. Göktürkler, çevrelerini yalnızca gözlemlememiş, onu sembollerle anlamlandırmışlardır. Her harf, bir sesi değil; bir düşünme biçimini temsil eder. Bu durum, insan beyninin anlam üretme eğiliminin tarihsel bir yansımasıdır.
Bilişsel Psikoloji Açısından: Sembolden Anlama
Bilişsel süreçler, bilgiyi algılama, işleme ve hatırlama üzerine kuruludur. Göktürk alfabesinin 38 harfli yapısı, bu süreçlerin yüksek bir soyutlama kapasitesiyle oluşturulduğunu gösterir.
Her sembol, yalnızca bir sesin işareti değil; bir bütün anlam sisteminin parçasıdır. Örneğin harflerin köşeli ve keskin hatları, taş üzerine kazıma sürecinin fiziksel zorluğuna işaret ederken; bu eylem aynı zamanda bir bilişsel kararlılık göstergesidir. Göktürk insanı, düşüncesini kalıcılaştırmak için doğanın sertliğini aşmış; bu da insan zihninin direnç kapasitesini sembolik düzeyde göstermiştir.
Bir psikologun gözünden bu durum, insanın “varoluşunu belgeleme” ihtiyacının ilk büyük adımıdır. Yazmak, unutulmamak için değil; kendini hatırlamak için yapılan bir eylemdir.
Duygusal Psikoloji Boyutu: Kimliğin Taşta Yankısı
Göktürk alfabesinin ortaya çıkışı, bir bağımsızlık duygusunun dışavurumudur. Duygusal psikoloji, kimliğin yalnızca düşüncelerle değil, duygusal deneyimlerle inşa edildiğini söyler. Bu açıdan bakıldığında, Göktürk yazısı, bir topluluğun kendi sesini “başkalarının diliyle” değil, kendi sembolleriyle ifade etme arzusunun ürünüdür.
Bu, derin bir duygusal özgürleşmedir. Çin kültürel etkisi altındaki bozkır toplumları, kendi alfabelerini oluşturarak bir tür toplumsal terapi yaşamışlardır. Yazı, artık yalnızca bilgi taşıyıcısı değil; “ben de varım” diyen bir psikolojik direniş biçimidir.
Bu direniş, modern psikolojideki “özerklik motivasyonu” kavramıyla örtüşür. Bir birey ya da toplum, kendi dilini yaratabildiği ölçüde özgürdür. Göktürk alfabesi, bu özgürlüğün taşlaşmış hâlidir.
Sosyal Psikoloji Perspektifi: Kolektif Bellek ve Aidiyet
Bir toplumun yazısı, onun sosyal belleğinin kapısıdır. Göktürk alfabesi, yalnızca bir yazı sistemi değil; sosyal kimliğin inşasında aktif rol oynayan bir araçtır.
Sosyal psikolojiye göre, insanlar kendilerini “biz” duygusuyla tanımlar. Göktürk alfabesi bu “biz”in sınırlarını çizen sembolik çerçevedir. Yazıtlar, topluma ait bir geçmiş yaratır; ortak hikâyeler, ortak değerleri doğurur. Bu bağlamda alfabe, bir kolektif kimlik inşası mekanizması olarak çalışır.
Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtları, yalnızca kahramanlık öyküleri değil; toplumsal belleğin yapı taşlarıdır. Bu taşlarda yazılı olan her kelime, insanın “unutulma korkusuna” karşı verdiği duygusal bir cevaptır.
Göktürk Alfabesinin “Kime Ait Olduğu” Sorusu: Zihinsel Bir Yansıma
“Göktürk alfabesi kime ait?” sorusu, yalnızca tarihsel bir aidiyet tartışması değildir. Bu, aslında psikolojik bir sorudur: Bir fikir, onu yaratan topluma mı, yoksa onu anlayan insana mı aittir?
Göktürk alfabesi, Türklerin kültürel belleğine ait bir mirastır; ancak aynı zamanda insan zihninin yaratıcılığının evrensel bir göstergesidir. Bu alfabe, insanın doğa karşısında anlam üretme çabasının, kendini kalıcı kılma isteğinin bir ürünüdür.
Bu yönüyle bakıldığında, Göktürk alfabesi yalnızca Türklerin değil, insanlığın bilişsel mirasıdır. Çünkü yazmak, yalnızca bir medeniyet göstergesi değil; bir bilinç eylemidir.
İçsel Bir Yansıma: Biz Neyi Taşa Kazıyoruz?
Bugün klavyelerde harfleri tıklarken, bir zamanlar taşlara kazınan o ilk çizgilerin psikolojisini hissetmek mümkündür. Göktürk alfabesi, bize şu soruyu sessizce sorar: “Sen kendi hikâyeni hangi sembollerle yazıyorsun?”
Her harf, geçmişte bir bilincin yankısıydı; bugün ise bir çağrıdır. Kendini ifade etmenin yolları değişse de, temel dürtü aynı kalır: var olduğunu bilmek ve bunu dünyaya göstermek.
Göktürk alfabesi kime ait?
Belki de cevabı en sade hâliyle şu şekilde özetleyebiliriz: O alfabe, insana ait — düşünen, hisseden, hatırlayan insana.